28 Temmuz 2015 Salı

Gölgesizler (Hasan Ali Toptas)

Hasan Ali Toptaş ismini Cüneyt Özdemir’in bir köşe yazısında gördüm ilk. Sonra idefix ten kitaplarının yorumlarına bakınca da baya ilgimi çekti.  Böylece yeni yazarlar tanıma ayımın ilk konuğu Gölgesizler oldu.
Gölgesizler, gerçekten ilginç bir kitap. İlginç bir konusu var ve bu ilginç konunun geçtiği mekân ise, nerede olduğunu bilmediğimiz, Anadolu’nun sıradan unutulan köylerinden biri. Bekçisi, muhtarı, köylüleri ile sıradan bir köy. Ancak köyün başında bir kötü talihsizliktir gidiyor. Önce kaybolan yada alıp başını giden insanlar, ölümler vs. kısacası yaşadıkları her şey, köylülere kendi varlıklarını sorgulatıyor. Zaman zaman başkasının gölgesi olduklarından yada aslında hiç var olmadıklarından bile kuşkuya düştükleri oluyor. Belki de haklılar, onlar aslında bir başkasının hayali yada çok uzakta kalan hatırlanmaya çalışılan silik birer anılar.

 "...Derken homurdanmaya başladı, ne dediği pek anlaşılmıyordu, ama öfkelendiği belliydi. Kaşları gözlerinin üstüne yığılmıştı.
     - Deli misiniz siz, diye bağırdı birden, bu köye yıllardır çerçi uğramaz!
     Herkes bakakalmıştı. Çerçilerin peşinden koşan çocuklar bile şaşkındı..."

Kısacası bir varoluş yada yokoluş kitabı bu. Anadolu'nun bir köyünde geçmese, üstüne bolca Amerikan kültürü ekleseniz, biraz da fantastik öğeler; bir Murakami kitabı bile olabilirmiş. Bence, edebiyatımızda böyle yazarlarımız olduğu için çok şanslıyız. Hasan Ali Toptaş’ta bilenler için değerli olan, ancak çok popüler olmayan yazarlarımızdan. Oysa ki, öyle yazarlar var ki, her yerde kitaplarını, yüzlerini yada röportajlarını görüyoruz, ancak kitaplarını okuyunca, okumasam da olurmuş diyoruz. Sanırım ben bu yüzden popüler olan kitaplara mesafeli yaklaşıyorum. Çok hayranı ve okuyucusu olduğu halde, benim ismini yeni duyduğum yazarlar ise, beni daha çok heyecanlandırıyor.
Ben kitabı çok beğendim kısacası. Kitabın başlarında, biraz sıkıldığım yerler oldu ve acaba yanlış tercih mi yaptım diye de düşündüm. Ancak kitap genel olarak durağan gitmesine rağmen, yazar sizi meraklandırmayı iyi biliyor. Bu yüzden zaman zaman sıkıldığınız yerler olsa bile, kitabı okumaktan vazgeçemiyorsunuz. Ayrıca, çoğu zaman çok beğendiğim kitapların sonunun beni pek tatmin etmediği de olur, ancak bu kitabın sonunu da ayrı bir beğendim. Kısacası ben bu kitabı tavsiye ediyorum efendim. Sanırım, ilerleyen zamanlarda da, tekrar Hasan Ali Toptaş ile yolumuz kesişecek.

İyi okumalar :)     * * * * *



7 Temmuz 2015 Salı

Suskunlar (İhsan Oktay Anar)

Suskunlar, İhsan Oktay Anar’ın okuduğum ikinci kitabı.  İlk olarak, Puslu Kıtalar Atlası’nı okumuş ve Osmanlı’da geçen bu fantastik romanı çok beğenmiştim. İhsan Oktay Anar’ın şahsına münhasır bir dili var. Eski Türkçeyi de sık kullanıyor.  Bazı bloglarda bununla ilgili eleştiriler okumuştum, ancak bana kalırsa, yazarın dili ve uslubü, anlattığı konu, mekân ve zaman ile cuk oturuyor; öyle ki bu dil ve üslup, sizin bu masalsı diyara kolaylık ile dalmanızı sağlıyor.
Puslu Kıtalar Atlası’nda olduğu gibi, Suskunlar da, yazarın deyimiyle Konstantiniye de geçiyor. Bu fantastik romanın başrolünde ise musiki var.

Roman, sırasıyla Yegah, Dügah ve Segah olmak üzere 3 bölümden oluşuyor. İl bölümde, müzisyen hayalet Kanuni Asım, Cüce Efendi, Cimri köszen Musa (mehterandaki kös isimli büyük davul çalan kişi) ve torunu udi Davut’un yanı sıra, bir çok yan karekterle de tanışıyor; hepsinin ilginç öykülerini okuyarak onlar hakkında az çok fikir sahibi oluyoruz. Bu bölümde, musikiye aşık ama aynı zamanda cesur ve atik olan Davut’un Neva adında bir güzele tutuluyor, ancak güzelimize musallat olmuş bir de hayaletimiz var.
İkinci bölüm olan Dügahta ise, Davut’un ikizi olan sessiz sedasız mülayim Eflatun’un, kendisinden başka kimsenin duyamadığı bir ıslığı duymaya başlamasıyla yüzüne nur inerek iç huzuru bulması ve bu ıslığın peşinde, yolunun Mevlevihane’ye çıkması anlatılıyor.
Burada kitaptan çok hoşuma giden bir sözü alıntılamak istiyorum;
Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim 'gel' dememiz değil, ayrıca onların sana 'Git' demeleri. Hiç kimseye 'kötüdür' deme.  Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.

Yazar özellikle bu bölümde, resmen sizi bir İstanbul turuna çıkarıyor. Öyle güzel betimlemeler yapıyor ki, sanki siz de Eflatun’un yanında dolaşıyorsunuz. Özellikle bu bölüm insanda, yazarın İstanbul’un kent tarihi hakkında fazlası ile bilgisi olduğu izlenimini bırakıyor.
Üçüncü ve son bölüm olan Segah’ta ise, kelimenin tam anlamıyla işler çığırından çıkıyor. Hayalet mi dersiniz, çalgıcıları öldüren seri katil mi, tağut mu yoksa peygamber olduğunu iddia ediyor diye linç edilen ney ustası mı? Ne ararsanız var anlayacağınız. Şimdi tüm bunların bir biri ile bağlantısı ile ne diyebilirsiniz. İşte o da kitabın gizemi ve güzel yanı. Çünkü son bölüme kadar kafanıza oluşan ve birbiri ile bağlantılarını çözemediğiniz karakter yâda olayların hepsi,  Segah’ta cevap buluyor. Kitapta çok fazla karakter var ancak, bana kalırsa yazar ustalıkla hepsini birbirine bağlamayı çok güzel becermiş.
Başta da, söylediğim gibi, kitabın baş rolünde aslında musiki var. Kimisi musikiye düşman, kimisi aşık, kimisi aşkı onda bulmuş. Ve tüm bunların hepsi, Osmanlı İstanbul’unda geçen bu fantastik ve mistik hikayede çok güzel yer bulmuş.

İyi Okumalar  * * * *

Kitap hakkında açık olmayan ipucu içerir, ona göre okuyun yada okumayın :)


Kitap ile ilgili son söyleyeceğim şey, kitabı okurken muhakkakı sizde bazı simgelemeleri fark edeceksiniz. Çünkü bazıları çok açık, bazılarını ise benim gibi okurken kaçırabilirsiniz. Mesela Eflatun’un İstanbul sokaklarında dolaşırken karşılaştığı insanlara dikkat etmek gerekebilir. Bu yedi karakterin hepsi  “bir şeyi” temsil ediyormuş. –muş diyorum çünkü ben okurken fark edemedim, fark edip paylaşanlardan okudum. Aslında yazar, tek bir konuyu ve onunla doğrudan ilgili şeyleri simgelemiş. Bu nedenle, kitaptaki her bir karekterin de bir şeyin simgesi olduğunu varsaymanın da çok zorlama olduğunu düşünüyorum, hatta bu nedenle kendi inançları yada ideolojileri nedeniyle çok saçma varsayımlar çıkaran insanların yorumlarını da okudum.