21 Mart 2016 Pazartesi

Sinek Isırıklarının Müellifi (Barış Bıçakçı)


Barış Bıçakçı'nın sade, gösterişsiz dilini seviyorum. Ayrıca  -Metin Celal'in deyimiyle- olaya dayalı olmayan roman anlayışı da hoşuma gidiyor. Sanki bir roman okuyormuştan çok, yazar anlatıyor ben dinliyormuşum gibi hissediyorum. İşte bu yüzden Bizim Büyük Çaresizliğimizden sonra bir kitabını daha okumak istedim yazarın. 

"...Bir çay bahçesinde oturdu. Çay çok güzeldi, deniz çok güzel gözüküyordu. Hemen eve, Nazlı'ya dönmek istedi..."
Kitabın başlarında bir yerlerde geçen bu cümleler, bana kendimi anımsattı. Bende bazen herşey çok güzelken, sevgilimi anımsar, bir an önce eve gidip onu görmek isterim :) 
Romanımız, yazar olmak hayali ile inşaat sektöründeki işini bırakan 40'lı yaşlarındaki Cemil'in toplu konutta geçen küçük dünyasını anlatıyor. Doktor karısı Nazlı, toplu konuttaki, kendi dünyası gibi küçük daireleri, haftada bir gittiği halı saha maçları ve üniversiteden arkadaşları Metin ve İlhan dışında neredeyse başka bir şey yoktur Cemil'in hayatında; tabi birde sonsuz kelimeler, dağınık düşünceler, su akıtan banyolar, günlük ev işleri dışında...
Yukarıda da bahsettiğim gibi bir olay örgüsü etrafında dönmüyor roman; yani bir sonraki sayfada acaba ne olacak diye sizi meraklandıracak bir unsur yok. Sanki uzun bir zamandır görmediğiniz arkadaşınız, bu zamana kadar neler yaptığını, hayatında neler olup bittiğini anlatıyormuş gibi okuyorsunuz kitabı. Zaman zaman ona kızmak istiyorsunuz, ama onun çok kırılgan gözüktüğünü düşünüp vazgeçiyorsunuz.
Ancak kitap nedense bende biraz melankoliye sebep oldu :) Ama bunun kitabın sonuyla bir alakası yok; beni hüzünlendiren şey Cemil ile Nazlı'nın çekirdek yaşamlarıydı. Bir zamanlar neler hissettiğimi hatırlamak değil, her zaman onları hissetmek istediğimi düşünmeme yol açtı kitap. Yani "hep eve koşa koşa gitmek, ve hep koşa koşa gidelen ev olmak" istiyorum ben! Bir zamanlar ile başlayan cümlelerin değil, aradan yıllar yıllar geçse de hep şimdiki zamanda kurulan cümlelerin nesnesi olmak istiyorum! Evde başka koltuklarda olmasına rağmen, o üçlü kanepeyi hep sıkış sıkış onunla paylaşmak istiyorum ! 
Bir de kitap, benimde yazacak kelimelerim, anlam bekleyen cümlelerim var diye insanı gaza getirmiyor değil, bakınız şekil a :) 

İyi okumalar ! * * *

14 Mart 2016 Pazartesi

Kadınsız Erkekler (Haruki Murakami)

Yine Murakami, yine ben :) Sanırım sevdiğim yazarların yeni kitaplarını düşünmeden alanlardanım bende :) Ama bu sefer Murakami, okuduğum diğer kitaplarının aksine bir öykü kitabı ile karşımda.

Birbirinden farklı 7 öykünün ortak noktası erkekler ve kaybettikleri yada sahip olamadıkları kadınlar. Bu bir öykü kitabı olunca, haliyle bazı öyküleri daha çok seviyor, bazılarına ise pek ısınamıyorsunuz. Aynı şekilde bazı öyküler daha çok ilginizi çekiyor ve su gibi okuyorsunuz. Ama genel olarak kitabın akıcı olduğunu söyleyebilirim. Bunun yanında Harukami'nin diğer kitapları ile kıyaslamam gerekirse de, bu kitabın daha çok Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları tarzında olduğunu düşüyorum, sıradan gibi gözüken ama aslında hiç de sıradan olmayan şeyleri anlatıyor yazar. Bazı öyküleri ise, benim sevdiğim Murakami tarzında; kolay anlaşılamayan, gizemli ve sizi düşünmeye iten şeyler…
Kitaptaki en ilginç hikayelerden biri, Aşık Samsa. "Gözünü açtığında, Gregor Samsa'ya dönüştüğünü anladı." diye başlayan hikâye Franz Kafka'nın Dönüşüm kitabını okuyanlar için güzel bir sürpriz bence. Franz Kafka'nın kitabını okurken aklımda canlanan mekân, bu hikâyeyi okurken de bana eşlik etti. Bu yüzden bu hikâyeyi ayrı bir sevdim.
Genel olarak beğendiğim bir kitap oldu Kadınsız Erkekler. Yine de, bir Sahilde Kafka yada HHDVDS değil benim için. Daha çok Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları kitabını bitirdiğimde hissettiğim duyguları paylaşıyorum :) Ama Murakami’nin bende kredisi çok, ne yazsa okuyabilirim :)


Haruki Murakami
Kadınsız Erkekler
Doğan Kitap, 13. Baskı, 217 Sayfa