25 Mayıs 2015 Pazartesi

Gizliajans (Alper Canıgüz)

Yine bir Alper Canıgüz kitabıyla karşınızdayım.  Tatlı rüyalar ile ilgili yorumumun sonunda, absürt macera komediyi sevdiğim için, kendisine bir şans daha vereceğimi yazmıştım. Bakalım, Alper Canıgüz ikinci sansını nasıl kullanmış :)
Kitap, uzun bir işsizlik sürecinden sonra, Gizliajans diye bir reklam şirketinde, metin yazarı olarak işe başlayan Musa’nın başından geçen maceraları anlatıyor. Evet, kitabı kısaca böyle özetleyebiliriz; lakin bu bir absürt macera kitabı, tabi ki işler bu kadar basit değil :) Mesela, ölen çok ünlü bir işadamı bütün mirasını bir kediye bırakmış ve Gizliajans’ın sahibi de kağıt üzerinde bir kedi, yoksa sadece kağıt üzerinde değil mi?
Hiç iş başvurusu yapmamasına rağmen, Musa Gizliajanstan iş teklifi alıyor ve tüm tuhaflıklara rağmen işe ihtiyacı olduğu için olayları fazla sorgulamadan işi kabul ediyor. Nitekim, ajansın aslında paravan olduğunu öğrenmesi de Musa için bir şeyi değiştirmiyor. Üstelik daha ilk iş gününde aşık oluyor; yani ne paravanmış, tuhafmış Musa’ya vız geliyor. Ta ki, tesadüfen bir intihara (yada cinayet ?) tanık olana kadar. Sonrasında ise bin bir türlü tuhaflık ve olayların için de buluyor kahramanımız kendini.
Yazarın dili, ilk kitabı Tatlı Rüyalar’dakinden farklı değil, ancak kitabın konusundan olsa gerek, bu kitabı bana kalırsa kendini daha kolay okutuyor. Kitapta bana eksik gelen en önemli şey, olay kurgusunun geç başlaması, kitabın 200 sayfa olduğunu düşünürsek, kitap ancak yarısını geçtikten sonra sizi bir maceraya dahil ediyor.
Aslında konu ilginç ve güzel, ancak bir yerden sonra fazlasıyla absürt hale geliyor, ve bence yazar bu absürt öğeyi kitaba yedirmekte çok zayıf kalmış. Bir başka deyişle, bu absürtlüğü size kabul ettiremiyor. Oysa bana kalırsa, iyi bir absürt macera kitabı, ne kadar absürt olursa olsun, yine de bu absürtlüğe size ikna etmeyi başarır. İşte Gizliajansta bana kalırsa tam olarak bu eksik.
Yine de, kitabın hakkını yemek istemem. Belki de sorun bendedir :) Absürt macera okumaya o kadar güzel kitaplarla başladım ki, sonradan okuduğum bir çok şey beni tatmin etmiyor sanırım.
Kısacası, yazarın okuduğum bir diğer kitabı (ilk kitabı aynı zamanda) Tatlı Rüyalar ile kıyaslarsam, bu kitabını daha çok beğendim. Ancak bu türde çok daha iyi kitaplar okuduğum için hayal kırıklığına uğramadım dersem yalan olur. Daha önce bir çok kez yazdığım gibi bu tür de Murat Menteş’in kitaplarını tek geçiyorum. İlk önce bunu, sonra Ruhi Mücerret ya da Korkma Ben Varım’ı okuyun, ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız.


İyi okumalar :) * * * 

15 Mayıs 2015 Cuma

Haslanmıs Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu (Haruki Murakami)

İlk defa Haruki Murakami’nin bir kitabını okuyorum, o yüzden kitaba başlarken baya heyecanlıydım. Çünkü en sevdiğim şeylerden biri de, yeni yazarlar keşfetmek. Hele de yeni keşfettiğim yazarı çok beğenirsem ve daha okunacak bir sürü kitabı da varsa, tadından yenmez :)
Roman iki farklı dünyada geçiyor. Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere biri Haşlanmış Harikalar Diyarı yani yaşadığımız dünya, diğeri ise Dünyanın Sonu. Kitap, bir bölüm Haşlanmış Harikalar Diyarı, bir bölüm Dünyanın Sonu şeklinde sıra ile ilerliyor. Haşlanmış Harikalar Diyarı, bilimkurgu romanı havasında (değişik teknolojiler, buluşlar vs.), Dünyanın Sonu ise fantastik, mistik bir roman gibi ilerliyor. En azından bende bıraktığı izlenim o yönde oldu.
Haşlanmış Harikalar Diyarı diye geçen bölümde bir hesap uzmanı kahramanımız var. Bu hesap uzmanımız, bilgisayarlardan bilgi çalarak karaborsada satan şifrecilere karşı, bilgilerin korunmasına yönelik çalışmalar yapan bir şirkette, kısacası verileri çalınamayacak hale getirmekle ilgili bir iş yapmakta. Bir gün kahramanımız, ses bilimi, bilinç vs. gibi bir çok farklı konuda çok önemli ve gizli araştırmalar yapan bir profesörün verilerini şifrecilerden saklama görevini üstlenirken, başına anlam veremediği bir çok olay geliyor ve aslında habersizce en başından beri içinde olduğu olaylara, balıklama dalıveriyor.
Dünyanın sonunda ise, geçmişini hatırlamayan, gölgesinden koparılmış, dünyanın sonundaki bu şehirde yasamaya alışmayan çalışan, eski rüyaları okuyan, ama bunun dahi ne anlama geldiğini bilmeyen, kafası karışık, şehir ve bu dünyanın sonunu çözmeye çalışan bir Rüya Okuyucumuz var.
Kısacası, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu’nda, bu iki farklı dünyada geçen, iki farklı, ama özünde bir biri ile derinden bağlantılı iki öykü okuyoruz. Yukarıda da bahsettiğim gibi bu bölümler sıra ile ilerliyor. Açıkçası bunu çok beğendim, çünkü böylelikle hem bir diğer hikâyedeki olayları unutmamış oluyorsunuz, hem de iki farklı şey anlatıldığından, iki kere heyecanlanıyor, iki kere meraklanıyorsunuz. İlk önce, Haşlanmış Harikalar Diyarı’nda, Dünyanın Sonu’nun neresi olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz; bunu öğrendikten sonra ise, Rüya Okuyucu kahramanımızın Dünyanın Sonu’nda vereceği kararı merakla bekliyoruz, çünkü aslında romanın özü ona dayanıyor.
Yani, anlayacağınız üzere, ben kitabı çok beğendim. Başından sonuna kadar gerçekten çok güzel bir roman. Evet, biraz sıkıldığım yerler oldu, ama bu da sanırım sayfalarca olayın karanlıkta geçmesinden kaynaklanıyordu. Ama o kadar, kitap hakkında başka söyleyebileceğim olumsuz bir şey yok. O yüzden, herkese kesinlikle tavsiye edebileceğim bir kitap. Ve yazımın başında da söylediğim gibi, yeni bir yazar keşfetmekten, ve bu yazarın da daha okunacak bir çok kitabı olduğu için mutluyum ! :)

Not: Japonların geleneklerine bağlı insanlar olduğunu düşünürsek, romanı okuyunca, yazar için yapılan modernist sıfatının doğru olduğunu düşündüm. Demek istediğim, şehir, araba vs. isimleri değiştirirsek, pekâlâ romanımız Amerika’da da geçiyor olabilirdi. (Bu arada romandaki kahramanların bir ismi de yok. Bundan dolayı, romandaki hiçbir kahraman gözümde Japon olarak canlanmadı.) Ama sonuçta, kendi ülkesinde eleştirilse de, demek ki yazarın tarzı bu; içkiyi ve Amerikan müziklerini çok seviyor.

İyi okumalar ! :) * * * * *


4 Mayıs 2015 Pazartesi

Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali)

Kuyucaklı Yusuf okuduğum ikinci Sabahattin Ali kitabı. İlki Kürk Mantolu Madonna idi. Sabahattin Ali’nin kitaplarını beğenerek okuduğumu fark ettim, o yüzden üçüncüsü de İçimizdeki Şeytan olabilir :) Kitabı almadan ilk sayfalarına göz gezdirmiş, bir iki sayfa okumuştum. Kitaptaki betimlemeler, Yaşar Kemal’in o güzel kitabı, İnce Memed’i getirdi aklıma. Zaten İnce Memed romanını beğenenlerin, bu kitabı da beğeneceklerini düşünüyorum. Haksızlıklar, para babalarının her şeye yeten güçleri ve zalimlikleri var bu kitapta da, ama bu sefer konu taşrada geçiyor.  
Roman kısaca, ailesi eşkıyalar tarafından öldürülen küçük Yusuf’u yanına alan Kaymakam Bey ve ailesinin taşrada geçen yaşamlarını konu alıyor. Ama yukarıda da bahsettiğim gibi, taşranın haksızlıklarla dolu, zalim yanını da, insanın içini burkan, kahramanlara acıyıp, onlarla üzülmenize, yer yer ise kızmanıza sebep olacak, sizi romanın içine sokan betimlemeler ve akıcı bir dil ile anlatıyor.
Ben romanı gerçekten çok beğendim. Dili gerçekten çok akıcı, kitaptaki betimlemeler ise, romanı zihninizde net bir şekilde canlandırmanıza izin veriyor. Kısacası okuması zevkli bir kitap. Tavsiye ederim ;)


İyi okumalar :)  * * * *