Tekrar bir Haruki Murakami kitabıyla
karsınızdayım. Güzel bir kitap okuyunca, hemen aynı yazarın diğer kitaplarına
da merak sarıyorum. Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu’nda sonra,
şimdi sıra Sahilde Kafka’da.
Sosyal medyada Okuma Gozlugu’nü takip edenler
bilir, her ne kadar kitabı elime almam olaylı olsa da (idefix kapağı deforme
olmuş bir kitap göndermişti bana ), bunun kitaba karşı olan merakıma engel olmasına
izin vermeyip, 3 kitap arasından ilk Sahilde Kafka ile başlamak istedim haziran
ayına.
Kitabın konusuna geçmeden önce söylemek
istediğim bir şey daha var. Kitabın sayfaları bana çok kalitesiz geldi, sanki
gazete kâğıdı gibiydi. Kendimi korsan kitap okuyormuşum gibi hissettim. Bu 13.
baskıya özgü bir durum mu yoksa kitabın diğer basımlarıda böyle mi bilmiyorum. Ancak kitabın fiyatı göz önüne
alınırsa, bunun can sıkıcı bir durum olduğu görüşündeyim.
Kitabın konusuna gelince, Haşlanmış Harikalar
diyarında olduğu gibi; Murakami yine iki farklı hikâye anlatıyor kitabında.
Yine bu iki hikayenin birbiri ile bağlantılı olduğunu seziyor, heyecanla yazarın
daha çok ipucu vermesini bekliyorsunuz.
Hikâyenin birinde, 15 yaşında evden kaçan, babasından
başka akrabası olmayan, babası ile de oldukça sorunlu bir ilişkisi olan çocuğun
hiç bilmediği bir şehre gitmesi ile başlayan olaylar örgüsünü okuyoruz.
Kahramanımız Kafka, gittiği yeni şehirde, tanıştığı iyi insanların sayesinde
kendince yeni bir hayata başlıyor. Kafka, bir yandan babasının psikopatça
aklına soktuğu lanetten kaçarken, aslında bir yanda da bu lanetin
gerçekleşmesine neden olabilecek, onu küçükken terk eden annesi ve ablasını
arıyor.
Diğer hikâyede ise; 1940’lı yıllarda Japonya’nın
bir taşra kasabasında meydana gelen oldukça gizemli bir olayı ve bu olayın
mağduru bir çocuğun 50-60 yaşlarındaki yaşantısını okuyoruz. Okuduğumuz bu hikâyenin
Kafka’nın hikâyesine oranla, daha mistik ve gizemli olduğunu söyleyebilirim.
Haruki Murakami’nin dili oldukça sürükleyici ve
diğer kitabında olduğu gibi romanı, birbiri ile kesişecek iki farklı hikaye
şeklinde anlattığı için de oldukça merak uyandırıcı. Ayrıca, kitabın çeşitli
yerlerinde dünyanın bir metafor olduğu fikrine sık sık değiniliyor. Bu da
özellikle kitabı bitirdiğinizde, aslında okuduğunuz hikayedeki olayların bir
çok şeyin metaforu olduğu hissine kapılmanıza, ve kitabı bitirdiğinizde
aklınızda deli sorular ile bir süre kendinizce kitabı anlamlandırmaya
çalışmanıza neden oluyor. Çünkü kitabı bitirdiğinizde, Harukami neredeyse
hiçbir sorunuza cevap vermiyor. Ama roman o kadar güzel ki, sonunu böyle
özensizce bitirmiş olabileceğine inanmıyorsunuz. Ve bu sefer de kitapta asıl
anlatılmak istenenleri anlamadığınızı düşünüp, kitabı bitirdiğiniz halde,
geriye doğru okumalar yaparak, kafanızda metaforları çözmeye çalışıyorsunuz. Zaten
Murakami’de kitabı birkaç defa okunduktan sonra sorulara cevap bulanabileceğini
söylemiş.
Velhasıl, okuması çok kolay, ancak anlaşılması
o kadar kolay olmayan bir kitap. Lost dizisini izleyenler bilir, sonu oldukça
olaylı olmuştu. Çoğu kişi bende dahil hayal kırıklığına uğramıştım. Kafamdaki
sorulara cevap vermediği gibi, çokta anlaşılmayan bir final yapmışlardı. Ama
yine de Lost güzel diziydi, finalinde kafamda deli sorular bırakmasına rağmen, yine
olsa yine izlerim. İşte Sahilde Kafka da böyle bir kitap. Dahası, kitabı
bitirdikten sonra bile, hala onu düşünmenize, yazarın aslında ne demek
istediğine kafa yormanıza neden olan bir kitap. Ama eğer kitaptakilerin metafor
olduğunu düşünmeyip sadece hikayeye bakarsanız, romanın sonunun alelacele
yazıldığını bile düşünebilirsiniz. Ancak, bence öyle değil. Yazar söyleyeceğini
söylemiş, bize de metaforların aslında ne olduğunu çözme işini bırakmış.
Kısacası, ben romanı beğendim; öyle ki Haşlanmış
Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu’nu da çok beğenmiştim, üstelik o kafanızdaki
soruların hepsine cevap da veriyordu finalinde, ancak nedense Sahilde Kafka bir
tık önde gibi hissediyorum, ve muhtemelen bunun nedeni, kitap bittikten sonra
beyin fırtınası yapmama, beynimi bir süre işgal etmesine neden olması.
P.S: kitapta bazı yerler kimilerine çok
rahatsız edici gelebilir (lanetin gerçekleşmesi). Ancak, kitapta da dediği gibi
“the world is a metaphor”.
İyi okumalar :) * * * * *
SPOILER(Kitabı okumadıysanız lütfen buradan gerisini okumayınız. Bu bölümde kitabın sonundan bahsediyorum.)
Bence
kitabın sonunda Kafka’nın ormanın derinliklerinde gittiği yer, geçmişe takılıp
yaşamayı ifade ediyor. Çünkü Saeki Hanım, daha önce o giriş kapısından geçtiğini (ormana
gittiğini), ve daha sonra bunun cezasını çektiğini söylüyor. Bence burada demek
istediği şey, geçmişe takılıp yaşadığı, hep ölmüş sevgilisine kavuşacağı günü
beklediği için, gerçek hayatta mutlu olmadığı. Bunu düşünmeme sebep olan ise, Saeki
Hanım öldükten sonra ormanda Kafka’ya gözükmesi ve onu bu ormanda (yani geçmişe
takılıp kalmak) kalmaması için uyarıyor.
Kafka’nın babasının laneti belki metafor
olmayabilir. Ama eğer öyleyse bence, annesiz büyüyen bir erkeğin, ileride
mutlaka her kadında annesini, onun sevgisini arayacağını, ve bu nedenle
kendinden büyük kadınlar ile ilişki yaşayacağını ifade ediyor olabilir.