14 Ekim 2015 Çarşamba

Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları (Haruki Murakami)

Haruki Murakami Nobel Edebiyat Ödülünü yine kaçırmış olabilir, ama bu kendisini sevmeme engel değil :) Evet yine bir Murakami kitabı ile karşınızdayım: Renksiz Tsukuru Ttazaki’nin Hac Yılları.

Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları, yazarın diğer okuduğum iki kitabından çok farklıydı (Haşlanmış harikalar diyarı, Sahilde Kafka). Öyle ki, okurken bir Murakami kitabı okuduğum hissine çok kapılamadım. 
Ama bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum,aksine yazar sizi, beklediğinizden daha farklı bir şey sunarak şaşırtıyor.

Kitabın konusuna gelince; Tsukuru Tazaki’nin iç huzura kavuşmak için çıktığı yolculuğu anlatıyor diyebiliriz. Şöyle ki, kahramanımızın oldukça güçlü bağlara sahip, lisenin ilk yıllarından beri birlikte olduğu bir arkadaş grubu vardır. Ancak, bir gün bu arkadaş grubu, hiçbir neden belirtmeksizin Tsukuru Tazaki’yi dışlar ve bir daha kendisi ile görüşmek istemediklerini söylerler. Tsukuru Tazaki ise o sıralarda, memleketinden ve orada kalmayı seçen arkadaşlarından ayrı Tokyo’da üniversite okumaktadır. Ancak, bu nedensiz dışlanma, Tsukuru’nun bütün hayatını mahveder, onu ölümün kıyısında kadar bile götürür ve 30’lu yaşlara geldiğinde bile hala izlerini çeşitli şekillerde göstermektedir. Bunun üzerine Tsukuru Tazaki, kız arkadaşının da ısrarları sonucu, bir yolculuğa çıkar; amacı, hayatın farklı yönlere savurduğu lise arkadaşlarını bulmak ve kendisinde derin yaralanmalara yol açan o olayın nedenini öğrenerek eski dostları ile yüzleşmektir. Neden renksiz dendiğini ise, kitabı okuyup siz öğrenin :)

Evet, konusu tam olarak bu şekilde :) Dolayısıyla konu olarak bile diğer Haruki Murakami kitaplarından farklı olduğunu görebiliyoruz. Ancak yazar, basit gibi gözüken bu konuyu çok güzel ve derinlikli bir şekilde incelemiş. Ancak, tabi ki diğer kitaplarından alışık olduğumuz hayal gücümüzü zorlayan şeyler, fantastik öğeler vb. bu romanda bulunmuyor. Yine diğer kitaplardan görmeye alışık olduğumuz Amerikan kültürüne de rastladığımız söylenemez.

Ne kadar diğer okuduğum kitaplarından farklı olsa da, Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları kitabını beğendim. Belki bunda, şuan görüşmediğim lisedeki arkadaş grubumu hatırlatması da etkili olmuş olabilir. Öyle ki, kitabı okumaya başladığımın ikinci günümde, lise arkadaşlarım rüyama girdi :) Bir de, kitabın sonlarına doğru, iş nedeniyle her gün 2-3 saati yollarda geçen insanlara dair, Tsukuru’nun yaptığı tespitler çok hoşuma gitti, sonuçta benimde yaklaşık 3 saatim her gün maalesef yollarda geçiyor.

Velhasıl, Murakami bildiğiniz Murakami’den biraz farklı olsa da, yine kendini heyecanla okutmayı iyi biliyor. Bu kadar basit gibi gözüken bir konuyu bile çok derinlikli ve akıcı işlemiş. Eğer Murakami sizi şaşırtsın istiyorsanız, Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları’nı okuyabilirsiniz.


İyi Okumalar! * * * *

Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları
Haruki Murakami
Çeviri: Hüseyin Can Erkin
Doğan Kitap
2.Baskı
320 sayfa

8 Ekim 2015 Perşembe

Körler Ülkesi (H.G.Wells)

Takip ettiğim bir edebiyat dergisinde görmüştüm Körler Ülkesi'ni. Konusu oldukça dikkatimi çekmişti, hakkında olumlu yorumlarda okuyunca, bende ekim aynının 3. kitabı olarak kendisini seçtim :)

Yazar: H.G.Wells
Çeviren: Evrim Öncül
Kolektif Kitap, 2015, 62 sayfa

Tahmin edersiniz ki, Körler Ülkesi’ni bir iki saatte bitirdim. Konusu ilginç olduğu kadar, bir o kadar da düşündürücü. Öyle ki, bir dünya düşünün, sizden başka gören bir insan yok. Üstelik nesiller boyu kör olan bu insanlar görmenin ne demek olduğunu bilmemek gibi, kör olduklarının farkında da değiller. Lügatlerinde (lügatlar yazımı meğerse yanlışmış) kör yada görmek gibi sözcükler bile bulunmayan bu insanlara, görmeyi anlatabilir misiniz? Peki, görüyor olmak sizi onlardan daha üstün kılabilir mi? Gerçekten de, Körler Ülkesi’nde tek gözlü insan kral mıdır? Yoksa aksine köle midir?

İyi okumalar :)  * * * 

Not: Okuduğum bu kitap, geçen kış gittiğim Karanlıkta Diyalog etkinliğini aklıma getirdi. Gözlerinizin karanlığa alışıp, bir şeyleri seçmenizin bile imkansız olduğu bir karanlıkta, kendinizi göremeyen insanların yerine koyarak İstanbul’da dolaşıyorsunuz. Daha doğrusu, bankası, manavı, parkı, İstiklal Caddesi, hatta vapurun bile bulunduğu bir stüdyo düşünün, yani öyle olduğunu varsayıyorum çünkü hiçbirini göremedim :) Ancak, dokunduğum meyvelerden manavda olduğumu hissettim. Banklar, ağaçlardan parkta olduğumu, gürültüden ise İstiklal Caddesine geldiğimi…Tramwaya bile bindim, hatta vapura. Vapurda giderken esen esintiyi bile hissettim. Öyle ayrıntılı ve güzel bir ortam hazırlamışlar. Ve tüm bunların hiçbirini göremiyorsunuz, ama hissediyorsunuz, duyuyorsunuz. Eğer sizi yeterince meraklandırdıysam ve İstanbul’da iseniz, o zaman bu deneyimi bizzat yaşamak için, bence sizde Karanlıkta Diyalog’a uğrayın!



6 Ekim 2015 Salı

Kardeşimin Hikayesi (Zülfü Livaneli)

Ekim ayına, Franz Kafka’nın Dönüşüm kitabından sonra, Zülfü Livaneli ile devam etmek istedim. Daha önce de Zülfü Livaneli’nin bir kaç romanını beğenerek okumuştum, ancak Leyla’nın Evi’nden bu yana kendisi ile tekrar görüşememiştik :)
Sonda söylemem gereken şeyi, en başta söyleyeyim : Ben kitabı çok beğendim. Öyle ki, nasıl olduğunu anlamdan 2 günde bitirdim kitabı. Zülfü Livaneli’nin dili, diğer kitaplarından farklı değil, Kardeşimin Hikayesi’nde. Oldukça yalın ve kendini kolay okutturuyor. Ama sanırım kitabı bu kadar çok beğenmemdeki en büyük neden, Livaneli’nin merak unsurunu çok iyi kurgulamış olması. Bunda romandaki baş karekterimiz emekli mühendis beyin katkısı da çok büyük.
Kitabın konusunda dönmek gerekirse, İstanbul'un Karadeniz kıyısındaki bir köyde bir cinayet meydana gelir, genç ve güzel Arzu hanım evinde ölü bulunur. Cinayet ile ilgili haber yapmak için köye gelen genç gazeteci kız, cinayet gecesi Arzu Hanımların evinde verilen davete katılan konuklardan biri olan Ahmet Bey ile görüşüp, bilgi almak ister. Bu vesile ile kapısını çalar. Ancak, Ahmet Bey’in ise kıza anlatacağı daha ilginç hikayeleri vardır.
Ahmet Bey, şahsına münhasır, tuhaf bir insandır. Anlattığı şeyler gazeteci kızın kafasını karıştırır. Ancak merakına yenik düşen ve iyi bir haber yakalamaya çalışan kızımız da her defasında Ahmet Bey’in kapısını tekrar çalar. Bunda da haksız sayılmaz. Çünkü, en az romandaki gazeteci kız kadar bende, Ahmet Bey’in anlattığı hikayelere kapılıp, sonu nereye varacak, anlattıkları gerçek mi yoksa kurgu mu diye meraklandım. Yukarıda da bahsettiğim gibi, roman akıcı olmasının yanı sıra, sizi o kadar merak için de bırakıyor ki, kitabı elinizden bırakmak istemiyorsunuz.
Kitabın başlarında yazarın bir türlü asıl hikayeye gelemediğini düşünmüştüm. Oysa, kitabı bitirdiğim de fark ettim ki zaten başından sonuna kadar asıl hikaye karşımda duruyormuş.
Bir kitabın girişi, gelişmesi ne kadar güzel olursa olsun, eğer sonunda benim sorulara cevap veremiyorsa, okuduğum romandan aldığım zevk de bir o kadar azalıyor. Ancak, Kardeşimin Hikayesi’nin sonununda çok güzel kurgulandığını (ne kadar sonunun öyle olabileceği bi ara aklıma gelmişse de), ve kafamdaki tüm çelişkilere ve sorulara çok güzel yanıt verdiğini de belirtmek istiyorum.
Yani işin özü, Kardeşimin Hikayesi’ni ben çok beğendim. Hatta belki de okuduğum romanları arasında, Zülfü Livaneli’nin en çok beğendiğim kitabı bile olabilir. Öyle ki, bu romanı, film olarak izlemeyi de çok isterdim; buradan yetkililere sesleniyorum :)

İyi okumalar ! * * * * *

Kardeşimin Hikayesi 
Zülfü Livaneli
Doğan Kitap
135. Baskı
330 sayfa

2 Ekim 2015 Cuma

Dönüşüm (Franz Kafka)

Ekim ayına Franz Kafka’nın Dönüşüm kitabı ile başladım. Bu benim Kafka ile ilk tanışmam. Neden bu kadar beklediniz derseniz, sanırım Kafka’nın dünyasının bana hep karanlık ve iç karartıcı görünmesinden dolayı olabilir. Nitekim Dönüşüm ’ün baş karakterinin böceğe dönüşen bir insan olduğunu düşünürsekte pek haksız sayılmam :)
Gregor Samsa, bir sabah böceğe dönüşmüş bir halde uyanır. Bu dehşet verici duruma rağmen, ilk dert ettiği şey işe geç kalmasıdır. Ailesinin borçlarını ödeyebilmek içim çalışmak zorunda olan Gregor için işi çok önemlidir. Böceğe dönüşmüş olan kendini dert etmek yerine, bu olay ile ailesinin yaşayacağı maddi sorunları dert edecek kadar böcekliğini hemen kabullenmiştir. Öte yandan, aileyi geçindiren tek kişi olan Gregor’un bir böceğe dönüşmesi ile maddi sıkıntı yaşamaya başlayan aile de, Gregor’u unutmaya başlayacak kadar bencilleşmiştir.
Konusu ne kadar iç karartıcı da olsa, ve bende okumak için kapalı, soğuk bir ekim gününü seçmiş olsam da, kitabı bir günde hemen bitirdim. Dili yalın ve kendini kolayca okutuyor, ayrıca kitap ön söz ve sondaki Kafka'nın notlarıyla ancak 102 sayfa tutuyor. Dolayısıyla, bir günde çok rahatlıkla okunabilecek bir kitap.
Kitabın kendisine gelince, evet konusu iç karartıcı, ama Samsa ailesinin yaşadıkları, ve olaylara tepkileri de bir o kadar da düşündürücü. Sadece okumak için kapalı, yağmurlu, soğuk bir kış gününü tercih etmeyin bence :)



İyi okumalar ! * * *