25 Şubat 2016 Perşembe

Kıyamet (Andrej Nikolaidis)

Karadağlı yazar Andrej Nikolaidis, dünyanın son günlerinin yaşandığı bir zamanda geçen cinayetleri anlatıyor Kıyamet'de.Ama bu size, kitabın bir polisiye olduğunu düşündürtmesin, çünkü bana kalırsa değil. Bence kitaptaki cinayetler amaç değil, asıl anlatılmak istenenin birer araçları sadece.
Yazar ile ilk defa bu kitap ile tanıştım. Normalde adını ilk defa duyduğum yazarlara mesafeli davranırım ancak, bir çok blog da karşıma olumlu yorumlar ile çıkan Kıyamet, yazarını daha önce duymuş olmamama rağmen ilgimi çekmeyi başardı. 
Kitap oldukça akıcı, bunda baştan sona giden bir zaman örgüsü olmaması da etkili. Kitap, bir cinayet hikayesiyle başlıyor. Kahramanımız özel detektifin bu cinayetten haberdar olması ve havanın 40 derece olduğu bir yaz günü lapa lapa kar yağması ile kendini gösteren kıyamet alametleri aynı zamana rastlıyor. Yani yazar, merak uyandıracak bir cinayetle yetinmeyip, bir de dünyanın sonunu getirmiş. Bu nedenle de, kafanızdaki sorular ve merak ettikleriniz ikiye katlanıyor.
Kitabın üçüncü bölümüne geldiğimde ise Harukami kitabı okuyormuşum hissine kapıldım. Tabi dil ve anlatım çok farklı, fakat Japonya'daki kurbağa yağmuru, bana Sahildeki Kafka'daki balık yağmurunu hatırlattı. Belki yazar bilerek böyle bir gönderme yapmış olabilir. Ama sonuçta, yazarında Murakami okuduğunu varsaymak bile, kitaba olan ilgimi arttırdı :)
Nitekim kitabın sonu da, Murakami kitapları gibi şıp diye bitiyor. Romanı bitirmenize rağmen hala kafanızda parçaları toplamaya çalışıyor, kitabı baştan sona zihninizde gözden geçiriyorsunuz. Aslına bakarsanız, kitaptaki cinayetlerin asıl anlatılmak istenenin birer araçları olduğunu o zaman anlıyorsunuz.
Roman da asıl hoşuma giden şeylerden biri ise, yazarın insanlara ilişkin tespitleri. Öyle ki bazı yerlerin altını bile çizdim; hayatın her anında mesela trafikte ya da yan dairemizde karşımıza çıkabilecek düşüncesiz insanlara ilişkin anlattıkları, maalesef çok tanıdık geldi. Ya da Kosova'da yaşanan savaşa atıfta bulunarak, insanlara ilişkin yaptığı tespitler de çok anlamlıydı. Sadece yazarın insanoğluna ilişkin tespitleri için bile okunabilir bana kalırsa.
Velhasıl, beğenerek okuduğum bir kitaptı Kıyamet. Tavsiye ederim efendim.

İyi okumalar! * * * *

16 Şubat 2016 Salı

Kentin Tozu: Kent Hakkı Üzerine Konuşmalar ( Açık Radyo Kitaplığı Derleyen: Cihan Uzunçarşılı Baysal)

Kentin Tozu; Kent Hakkı Üzerine Konuşmalar , Açık Radyo'nun Kentin Tozu programındaki sohbetleri içeren bir kitap. David Harvey'den ( meslektaşlarımın çok iyi bildiği bir isimdir) Sulukule'ye, Haliç Tersanelerinden üçüncü havalimanı projesine kadar bir çok çeşitli konuya dair ilgi çekici sohbetler var kitapta. Çoğunlukla İstanbul'daki kentsel sorun ve olgulara değinsede, Dikmen Vadisi, Çinçin Mahallesi, Antalya Ahmetler Kanyonu vb. de konularda kitapta yer bulmuş. 

Şimdi diyebilirsiniz ki, sen şehir plancısısın tabi ki bunlar mesleki açıdan senin ilgini çeken konular. Hayır, kentlerimize sahip çıkmak ve her geçen gün nefes almanın daha zor hale geldiği,  insan ve beton kalabalıklarına dönüşen şehirlerimizde olup bitenden, rant tezgahlarından haberdar olmak, her kentlinin hakkı! Eğer her gün bu inşaatlardan, trafikten, kalabalıktan şikayet ediyorsanız, o zaman bunların altında yatan nedenleri yada çözüm önerilerini de tartışmamız gerekiyor. Yani kısacası, bu kitabı okumak için illa meslektaş olmamız gerekmiyor; sonuçta hepimiz daha kaliteli, daha huzurlu, daha sağlıklı bir çevrede yaşamak istemiyor muyuz ?
Kentin Tozu: Kent Hakkı Üzerine Konuşmalar kitabını elimde kurşun kalem, kendimce önemli gördüğüm yerlerin altını çize çize, özellikle İstanbul'u sadece rant olarak gören inşaat firmaları ile İstanbul'daki inşaat sektörüne sıcak para diye bel bağlayan vizyonsuz yetkililere söve söve okudum dersem yeridir. 

Dünyada bir çok metropol var, ama İstanbul hem doğal güzellikleri, hem tarihi, hem kültürü ile bir çoğundan ayrılıyor. Ancak, gelinen noktada bir on yıl sonra İstanbul'da nasıl yaşayabiliriz hayal bile edemiyorum. Ve işin en kötü tarafı, İstanbul'un yararına diye allanıp pullanıp sunulan projelerin neredeyse tamamı (buna ulaşım projeleri de dahil), İstanbul'un derdine bin dert katmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu kentin ve aslında tüm kentlerimizin en önemli ihtiyacı vizyon sahibi yöneticiler ! Nedense göz dolduran ve aynı zamanda birilerinin ceplerini dolduran bu beton yığınlarının neden olacağı insan kalabalığı, trafik ve yeşil alan yetersizliğini önemseyen yok. Özetle, birileri İstanbul'u, Dubai gibi yapay bir şehir yapmaya çalışıp, müteahhitler ceplerini doldururken, parası olan yatırımcı kârına kâr katarken,  bizim yaşam standartlarımızın düşmesi kimsenin umurunda değil..   

İyi okumalar ! * * *